8 Nisan 2010 Perşembe

Taksim meydanı'ndaki gazete reklamı.

Taksim meydanı'nda mc'donalds'ın hemen karşısındaki bir duvarda yayınlanan reklam. Uzaktan bakınca sanki işçiler duvarı sanki gazetenin reklam yazısını yazmak için boyuyorlar gibi görünüyor. Ama yaklaştıkça anlıyorsunuz ki oradaki işçiler ellerinde gazete olan maketler.

Güzel bir reklam olmuş aslında; bu gazete o kadar güzel ki işçiler bile dayanamadılar işlerini yarım bıraktılar. Gazeteyi okumaktan işlerine bakamıyorlar mesajı veriyor.

Ya da şu mesajı da verebiliyor olabilirler; biz bu reklamı yarım bıraktık bunu okuyucularımız tamamlayacak.

Her ne olursa olsun güzel düşünülmüş bir reklam. Gerçi reklamı yapan gazete ne olduğu belli bir gazete ama yiğidi öldür hakkını ver: bu reklamı güzel düşünmüşler.



7 Nisan 2010 Çarşamba

bu dinciler o müslümanlara benzemiyor

bu dinciler o müslümanlara benzemiyor

soner yalçın'ın son kitabı.
kitabın başında bizim müslümanlar diye müslüman portresi çizmiş. soner yalçın'a göre bütün müslümanlar "bizim müslümanlar" dediği müslümanları örnek almalıymış. soner yalçın, kitabında gösterdiği örnek alınması gerken müslüman tipine üç tane örnek göstermiş. bunlar; nurettin topçu, cemil meriç ve nezihe araz imiş.

bu üç kişi hakkında bilgiler vermiş. özellikle nezihe araz hakkında yazdıkları soner yalçın'ın müslümanlıktan ve dindarlıktan ne anladığı konusunda fikir sahibi olmamıza yarıyor;

"nezihe araz dindardı, bir dergaha bağlıydı ama hayatı boyunca saçını örtmedi. beş vakit namaz kılmadı, oruç tutmadı. erkek meclislerinden kaçmadı. kendini hiç ikinci sınıf görmedi. meyhaneye gidip rakı da içti. nesimi'den türkü de söyledi. kimsenin günlük yaşamına, hayat felsefesine karışmadı. siyasete ilgi duymadı; kendini hep partiler üstü gördü. atatürk'e hayrandı. /.../ şimdi söyler misiniz nezihe araz kimdir? nezihe araz türkiye'dir."

soner yalçın dindar olmanın tek şartının bir dergaha bağlı olmaktan ibaret sanıyor. nezihe araz'ı da bir dergaha bağlı olması ve anadolu evliyaları ile ilgili bir kitap yazmasından mütevellit dindar olarak gösteriyor. daha doğrusu dindarlığının tek ölçütünün bunları yapmak olduğunu gösteriyor. yani sen bir dergaha üye ol da istersen namaz kılma, rakı iç, oruç tutma önemli değil sen dindarsın ve bütün dindarlar seni örnek almak zorundadır. almazlarsa dinciler o müslümanlara benzemez. kesin bir iş vardır işin içinde.

soner yalçın'ın odatv internet sitesini takip edenler bu kitapta fazla bir şey bulamayacaklar. odatv'de yazılan bir çok yazıyı aynen kitaba almış.

odatv okurlarından gelen bir mail vasıtasıyla vakit gazetesi ve haber7.com'un israil bağlantısını ortaya çıkarmış. bu israil bağlantısı da şöyle oluyormuş; bu gazetelerin internet siteleri php ile bitiyormuş. php'nin de sahibi bir yahudiymiş. dinci gazeteler de hem israil düşmanlığı yapıyorlarmış hem de bir yahudinin malı olan php uzantısını kullanıyorlarmış ve dolayısı ile israil'le bağlantılılarmış.

mesela abdullah gül bir kere papyon takmıştı. bununla dalgasını geçiyor ve bu dinciler neden papyonu sevmezler ki filan diyor. sonra papyonun kravatın şeceresini çıkarıyor.

böyle abidik gubidik şeyler bol miktarda var bu kitapta.

ama hangi atatürk

ama hangi atatürk

atatürk'ün hayatına bakıldığında çok farklı atatürk portreleri çıkıyor ortaya; atatürk farklı durumlarda farklı stratejiler geliştiyor çünkü. atatürk'ün bu farklı durumlarda izlediği farklı politikaları da siyasetçiler cımbızla çekerek kendine yontmaya çalışyorlar. atatürk'ün hayatından işlerine gelen tarafları alıp atatürk'ü kendi siyasi emellerine dayanak yapmaya çalışıyorlar.

aslında böyle yapanların dertleri atatürk filan değil: atatürk gibi bir değeri insanların gözünden silemeyeceklerini bilenler; madem ki insanların gözünden atatürk'ü silemiyoruz ve biz de atatürk'ün gerçek düşünceleri ekseninde değişemiyoruz; o zaman biz de atatürk'ü kendimiz gibi görünen yerlerini cımbızla çekip insanlara gösterelim ve de kendi fikirlerimizin doğruluğunu atatürk'ü de kullanarak kanıtlamaya çalışalım derdindeler. yani kendilerini atatürk'ün fikirleri ekseninde değiştirmeyip atatürk'ü kendilerine benzetiyorlar. böylelikle de atatürk'ü tıpkı kendileri gibi göstermeye çalışıyorlar.

atatürk'ün hayatında da atatürk'ü kendileri gibi gösterecek bir sürü malzeme bulabiliyorlar. atatürk'ün milli mücadeleye adam toplaması için kullandığı dini söylemleri ön plana çıkarıp; atatürk de dindardı olm naabeer diyenler mi dersin. atatürk'ün milli mücadelede bolşeviklerden silah ve para yardımı almak için kullandığı söylemleri ön plana çıkarıp; atatürk de bolşevikti olm naabeer diyenler mi dersin. atatürk de ülkücüydü, atatürk de ateistti, atatürk de şöyleydi atatürk de böyleydi gibi elli tane terane...

atatürk'ün kendilerine yakın yönlerini öne çıkarıp bundan rant elde etmeye çalışıyor insanlar ve bunda da gayet başarılılar.

taha akyol'un bu kitabı da işte bu şahısların öne çıkardığı bu malzemelerin asıl amacını gözler önüne seriyor.

atatürk milli mücadelenin başarısı için farklı zamanlarda farklı söylemler kullanmak zorunda kalıyor. yeri geliyor padişaha; ayağınızın tozuna yüz sürmeye hasretim de diyebiliyor. komünist söylemlerde de bulunabiliyor.

atatürk'ün biyografisinden ziyade siyasi dehasının anlatıldığı ufuk açıcı taha akyol kitabı.

atatürk'ü tanımak daha iyi tanımak için muhakkak okunmalı.

bir de şey vardı son anda aklıma geldi; başıma bir iş gelmeyecekse atatürk'ü sevmiyorum lafı.

kendilerini değiştiremeyenler atatürk'ü kendileri gibi değiştiriyorlar demiştim; atatürk'ü hem sevenler hem de o'ndan nefret edenler o'nu yıkılamayacak bir tabu olarak görürse aslında atatürk anlaşılamamış demektir. bir insan sevildiği için anlaşılmaz bence. anlaşıldığı için sevilir. ve fakat bizim ülkemizde bunun tam tersi yapılıyor. sevildiği için anlaşılmaya çalışıyor. bu sebeptendir ki atatürk'ü sevdiğini söyleyenler de atatürk'ün fikirlerinin zıddında hareket edebiliyorlar. çünkü atatürk'ü fikir anlamında değil tabu olarak sevmenin gerekli olduğuna inanılıyor.şu sözlükte olsun, internetin tozlu sayfalarında olsun atatürk hakkında o kadar uydurma hikayeler var ki; evliya menkıbelerini geçti mübarek. bütün köşe yazarlarımız senede en az üç yazıyı atatürk'e ayırıyor, o'nu anlatıyorlar.

ama atatürk'ü hala tam anlamıyla tanımıyoruz. 1881 yılında doğdu, 1919'da samsun'a çıktı. cumhuriyet'i kurdu. çok büyük yüce bir insan. ulu önder. büyük adam. ölmedi kalbimizde yaşıyor.

insanların kendini atatürk'ü sevmek zorunda hissetmesi ya da hissettirilmeleri; atatürk'ün düşüncelerinin insanlar tarafından sevilmeyeceği, mantıklı fikirleri olmadığı fikrini ortaya koyar. o'nun bir tabu olarak öğretilmesi, atatürk'ün merak konusu olmaması, sevilmesi ve sevilmemesi ve sevilmediğinde de sevilmediğinin gizlenmesi sonucunu getirir.

atatürk için bir sürü kıytırırk hikayeler uyduruluyor. sanki atatürk'ün hayatında yaptıkları o'nu övmeye yetmiyormuş gibi bir de uydurulmuşları var. kötülemek için de aynı. işin özü; atatürk merak edilmiyor.. atatürk'ü sevdiğini söyleyen insanların da çoğu merak edip atatrük'ü araştırmıyor bile. nasıl olsa seviyoruz bu bize yeter. atatürk hakkında doğru düzgün bilgisi yok ama o'nun hakkında övgü mesajları yapmaya gelince çok iyi başarıyor bu işi.

buraya kadar okuyup da ne diyo lan bu ya da kötü bir şey söylüyo lan bu diyen bile var biliyorum..şimdi bu atatürk'ü seviyor mu sevmiyor mu anlamadım ayol diyenler de vardır. aslında bunun hiç önemi yok. birisi atatürk'ü sevdiğini söyleyince atatürk şekerlenmiyor. bu ülkede seksen yıldır herkes atatrük'ü seviyor. seksen yıldır her yerde atatürk portreleri var. seksen yıldır atatrük

büstleri var her yerde. ama ülkemizin durumu da ortada..demek ki tek başına sevgi yetmiyor.

popüliar siyaset yapmaktan vazgeçmeliyiz. siyasetçiler ne kadar popülistse biz de o kadar popülistiz. atatürk'ü sevmek bir rant getiriyorsa o zaman herkes atatürk'ü sever olur. (bu gün fethullah gülen de atatürk'ü sevdiğini söyler.)

atatürk'ü sevdiğini söyleyenler burada bir yazı görür görmez atatürk'ü seviyor mu acaba diye düşüneceklerine biraz atatürk'ü araştırsınlar. çok sevdikleri atatrük'ün zıddında fikirleri olduğunu gördüklerinde acaba ne düşünecekler.

atatürk aynı zamanda bir düşünürdür. bir düşünürün düşüncelerini merak ettiğmiiz gibi atatürk'ü de merak etmeliyiz. araştırmalıyız.

araştırmaya bu kitaptan başlasak iyi olur.

3-4 nisan 2010 açıköğretim sınavları

3-4 nisan 2010 açıköğretim sınavları

iki defa dumur olmama sebep olan sınavlar.

aslında bir tanesini sınava girdiğim tüm sınıfça yaşadık bir tanesini biz yaşamadık dumurdan sonra hoca anlatınca farkettik.

şimdi sınavımızın olacağı sınıfa 15 dakika önce girdik ve bekleme aşamasındayız. bir tane hatun kişisi sınıfa girdi ve gözetmenlere numarasının 13 olduğunu söyledi. hoca da 13 numaralı masayı gösterdi ve kız gitti yerine oturdu. masadaki cevap kağıdına baktığında; "hocam bu kağıt benim değil" dedi. gözetmen şaşırdı tabi önce; olamaz öyle bir şey dedi.kız ısrarla cevap kağıdının kendisine ait olmadığını söylüyordu. derken hoca yanına gitti ve bakmaya başladılar. kız kendi isminin nuran olduğunu ve cevap kağıdında ise ismin nihal yazdığını ve bu cevap kağıdının kendisine ait olmadığını söylüyordu. hoca da bu işte bir yanlışlık var filan dediyse de olay bir türlü çözülemiyordu. kızın sınav kağıdı doğru, cevap kağıdıyla sınav kağıdı da birbirini tutuyor ama kızın ismi tutmuyor. gözetmen; siz bu kağıdın sizin olduğuna emin misiniz diye sordu da orada olay anlaşıldı. sonra kız sınav kağıdını alıp koşa koşa dışarıya çıktı. beş dakika sonra başka bir hatun kişisi geldi ve kızın oturduğu masaya oturunca gerçek anlaşıldı.

iki hatun sınavdan önce okulun kantininde beraber oturmuşlar. sonra önceki hatun kendi sınav kağıdı yerine öteki kızın sınav kağıdını alıp sınıfa girmiş. böylelikle de bu dumur olayı yaşadık. bereket sonra gelen kız yerinden ayrılmamış da birbirlerini buldular yoksa ikisi de sınava giremeyeceklerdi.

sonra gözetmen söylenmeye başladı. hey yarabbim bütün dumurlar beni buluyor filan dedi. sonra sabahki sınavda yaşadığı hadiseyi anlattı sınıfça koptuk.

sabah da birinci sınıfların sınavına girmiş gözetmen hoca. sınav süresi bittiği halde öğrencilerden birisi hala masadan kalkmıyor ve sınav kağıtlarını görevlilere vermyormuş. hoca da; sınav bitti kağıtlarınızı getirin deyince eleman hocanın unuttuğu bir şeyi hatırlatmış; "hocam cevap anahtarlarını dağıtmadınız."

hoca da elemanı kafaya almış; oğlum dağıttık cevap anahtarlarını sen almadın mı?

6 Nisan 2010 Salı

pazarlıkta sınır tanımayan kayserili

pazarlıkta sınır tanımayan kayserili

yaklaşık beş sene önce çalıştığım firmadan inşaat malzemeleri alan kayserili bir işadamı firmayı ziyarete gelmişti. öyle bir işadamı ki abartısız bizden senede 1 trilyonluk mal satın alan bir şirketin sahibi bir vatandaş. neyse artık bizim patronla yaptıkları toplantı sonrasında patron beni çağırdı. kayserili işadamının torununa araba almak için toys'r'us'a gitmek istediğini ve benim götürmemi söyledi. ben de tamam dedim. zaten kabul etmeme gibi bir lüksüm yoktu.

işadamıyla beraber çıktık. ben bizim şirketin arabasına yönelirken adam benim arabayla gidelim diye uyardı. onun jipine bindik. arabayı da kendisi kullandı. bahçelievler izzettin çalışlar caddesi'nden bakırköy'deki carousel alışveriş merkezine doğru yol aldık. o caanım jipte burnuma pastırma kokusu gelmişti. işadamı gezdiği bütün firmalara hediye pastırma getirmiş de o da arabada kokmuş.

carousel'e geldik. işadamı arabayı otoparka parketmek istemedi. carousel'in arkasında ara sokaklardan bir tanesine girdik ve arabayı parketti. sonra carousel'e girdik ve alt kattaki toys'r'us'a vardık.

biraz gezindik ve çocuk arabaları reyonunu bulduk. işadamı arabalardan bir tane beğendi. bana da sordu ben de beğendim. tamam bunu alalım o zaman dedi. fiyatı neymiş bunun diye sordu. ben de raftaki etikete bakıp arabanın fiyatının 120 tl olduğunu söyledim. işadamı bana baktı ve; "bunu ne kadara verirler bize" dedi. ben şaşırmıştım; "abi burada pazarlık yapmazlar, aynı market gibi beğeniyorsun kasaya parasını veriyorsun ve gidiyorsun" dedim. adam şaşırdı; "öyle saçma şey olmaz ya" dedi. "bana bir görevli çağırır mısın" diye de ekledi.

hay allah'ım şimdi rezil olacağız galiba diye söylenerekten bir görevli aramaya başadım. bir tane görevli bayan buldum ve beyefendiye bir bakar mısınız dedim. görevli geldi ve buyrun beyefendi dedi ve olaylar gelişti: kayserili işadamı söze girdi direk; "hanımefendi bu araba kaç paraya olur?" görevli şaşırdı önce ve sonra arabanın fiyat etiketine bakıp "120 tl" diye cevap verdi. sonra şöyle gelişti diyalog:

kayserili işadamı: ki
görevli hanım :gh

ki: hanımefendi 120 tl olduğunu zaten görüyoruz ben size ne kadar olur dedim.
gh: beyefendi burada fiyatlar sabittir. pazarlık olmaz. ürünü beğenirsiniz parasını öder alırsınız.
ki: hanımefendi öyle saçma şey olmaz. bana indirim yapmanız lazım.
gh: beyefendi benim indirim yapma gibi bir lüksüm yok. zaten bu malın bir barkodu var kasadan geçmez. hem zaten bizim fiyatlarımız piyasadaki en uygun fiyatlardır.ki:nereden en uygun fiyatlarmış ya.
gh: beyefendi inanın ki yapacak birşeyimiz yok. (bu arada muhabbet böyle ilerledi ve artık görevli hanım sinirlenmeye başladı.)
ki: nasıl yokmuş yapacak birşeyinin hayret birşeysiniz ha. aynı araba başka yerde daha ucuz fiyat.
gh: beyefendi bizden almak zorunda değilsiniz. daha ucuza bir yer varsa gidip oradan alın.
ki: hayır efendim ben bu arabayı buradan alacağım ve siz de bana indirim yapacaksınız! şimdi söyleyin bakalım en son kaça olur bu?

bu muhabbet daha uzundu tabi ama özeti böyle. adam bir türlü laftan anlamıyordu. ille de bir indirim istiyordu ve indirim almadan gitmem diyordu. sonunda görevli bayanın aklına bir hinlik geldi: "beyefendi şimdi bizde bir kampanya var. bu kampanyaya göre 100 tl üzerinde alışveriş yapan hamile bayanlara yüzde 10 indirim yapıyoruz. madem indirim almadan gitmem diyorsunuz o zaman bize bu arabayı alacağınız çocuğun annesinin ismini söyleyin ben de size yüzde 10 hediye çekinizi vereyim. böylelikle 12 tl indirim yapmış oluruz."

ki: bakın hanımefendi deminden beri boşuna konuşuyormuşuz demek ki. isteyince oluyormuş.gh: ama beyefendi normalde olmaz da size yapıyoruz bunu filan...

sonuç itibariyle görevli hanım bir kağıda isim filan yazdı ve yüzde on indirimi yaptırdı. bizim kayserili inşaat şirketi sahibi trilyonluk işadamamız da pazarlık yapmadan alışveriş yapmamış oldu.