23 Haziran 2010 Çarşamba

terörist cenazeleri.

hadi diyelim ki eskiden zavallı kürtlere bazı bürokratlar ve askerler zulüm ediyorlardı ve bu yüzden terör saldırıları düzenleniyordu, hadi diyelim ki bazı kürt kardeşlerimiz evlerinden çıktığında bir daha eve dönemiyordu, hadi diyelim ki kürt kardeşlerimiz veli küçük'ler, ibrahim şahinler vs. ler zulüm ediyorlardı, askerlerimiz kürt kardeşlerimize kart kurt türkleri diyordu falan filan..

işte bu sebeplerle ezilmiş kürt kardeşlerimiz istemeye istemeye dağa çıkmışlar ve kürt halkının hakkını savunuyordu. türk askerlerine pusu kurarak, yollara mayınlar döşeyerek, arada kendi halklarından bazılarını da öldürerek kürtlerin haklarını arıyorlardı. bu şekilde, zamanla tc'nin kürt kardeşlerimizin hakkı yendiğini, aslında onların türklerle ne kadar da iyi birer kardeş olduklarını anlamalarını istiyorlardı. bunu anlatmaya çalışıyorlardı.

hadi tamam buraya kadar yedik...

iyi de kaç senedir yapılan terör saldırıları ne demeye yapılyor. kürtlere zulüm ettiği iddia edilen kişilerin çoğu bugün hapishanede. eksik gedik de olsa bugünkü hükümet de açılım diyor, kürt diyor, kürtlerin de zamanında hakkı yendi diyor, asker çıkıyor zamanında kürtlere kart kurt dedik yanlış yaptık diyor.

ama sen kalkıyorsun,sanki türklerin her istediği anında oluyormuş gibi kürtlerin bütün istekleri bir anda olsun diyorsun. türkiye apo'yu serbest bıraksın diyorsun, sen kalkıyorsun imralı'ya yapılan muamele kürt açılımını bitirdi hahaha diyorsun, sen kalkıyorsun hala pusu kuruyorsun, mayın döşüyorsun, insanları öldürüyorsun, balkonda oturan 23 yaşındaki kadına roketle saldırıyorsun, bir de utanmadan savaş hukuku diyorsun..

ondan sonra bunları yapana gerille diyorsun, cenazelerine de gerilla cenazeleri. türklerin de umurlarında olmasını bekliyorsun. çok saf diyeceğim ama saf olmadığı da besbelli.

neyse işte bu ahval ve şerait içinde dağa çıkmış da hala hak kürtlerin haklarını aradığını iddia edip ölüyorsa, o adamın cenazesinin durumu da hiç ilgilendirmez beni. ahmaklığına yansın.

(antikolpa, 21.06.2010 09:10)
#19458496 paylaş > ... !

8 Nisan 2010 Perşembe

Taksim meydanı'ndaki gazete reklamı.

Taksim meydanı'nda mc'donalds'ın hemen karşısındaki bir duvarda yayınlanan reklam. Uzaktan bakınca sanki işçiler duvarı sanki gazetenin reklam yazısını yazmak için boyuyorlar gibi görünüyor. Ama yaklaştıkça anlıyorsunuz ki oradaki işçiler ellerinde gazete olan maketler.

Güzel bir reklam olmuş aslında; bu gazete o kadar güzel ki işçiler bile dayanamadılar işlerini yarım bıraktılar. Gazeteyi okumaktan işlerine bakamıyorlar mesajı veriyor.

Ya da şu mesajı da verebiliyor olabilirler; biz bu reklamı yarım bıraktık bunu okuyucularımız tamamlayacak.

Her ne olursa olsun güzel düşünülmüş bir reklam. Gerçi reklamı yapan gazete ne olduğu belli bir gazete ama yiğidi öldür hakkını ver: bu reklamı güzel düşünmüşler.



7 Nisan 2010 Çarşamba

bu dinciler o müslümanlara benzemiyor

bu dinciler o müslümanlara benzemiyor

soner yalçın'ın son kitabı.
kitabın başında bizim müslümanlar diye müslüman portresi çizmiş. soner yalçın'a göre bütün müslümanlar "bizim müslümanlar" dediği müslümanları örnek almalıymış. soner yalçın, kitabında gösterdiği örnek alınması gerken müslüman tipine üç tane örnek göstermiş. bunlar; nurettin topçu, cemil meriç ve nezihe araz imiş.

bu üç kişi hakkında bilgiler vermiş. özellikle nezihe araz hakkında yazdıkları soner yalçın'ın müslümanlıktan ve dindarlıktan ne anladığı konusunda fikir sahibi olmamıza yarıyor;

"nezihe araz dindardı, bir dergaha bağlıydı ama hayatı boyunca saçını örtmedi. beş vakit namaz kılmadı, oruç tutmadı. erkek meclislerinden kaçmadı. kendini hiç ikinci sınıf görmedi. meyhaneye gidip rakı da içti. nesimi'den türkü de söyledi. kimsenin günlük yaşamına, hayat felsefesine karışmadı. siyasete ilgi duymadı; kendini hep partiler üstü gördü. atatürk'e hayrandı. /.../ şimdi söyler misiniz nezihe araz kimdir? nezihe araz türkiye'dir."

soner yalçın dindar olmanın tek şartının bir dergaha bağlı olmaktan ibaret sanıyor. nezihe araz'ı da bir dergaha bağlı olması ve anadolu evliyaları ile ilgili bir kitap yazmasından mütevellit dindar olarak gösteriyor. daha doğrusu dindarlığının tek ölçütünün bunları yapmak olduğunu gösteriyor. yani sen bir dergaha üye ol da istersen namaz kılma, rakı iç, oruç tutma önemli değil sen dindarsın ve bütün dindarlar seni örnek almak zorundadır. almazlarsa dinciler o müslümanlara benzemez. kesin bir iş vardır işin içinde.

soner yalçın'ın odatv internet sitesini takip edenler bu kitapta fazla bir şey bulamayacaklar. odatv'de yazılan bir çok yazıyı aynen kitaba almış.

odatv okurlarından gelen bir mail vasıtasıyla vakit gazetesi ve haber7.com'un israil bağlantısını ortaya çıkarmış. bu israil bağlantısı da şöyle oluyormuş; bu gazetelerin internet siteleri php ile bitiyormuş. php'nin de sahibi bir yahudiymiş. dinci gazeteler de hem israil düşmanlığı yapıyorlarmış hem de bir yahudinin malı olan php uzantısını kullanıyorlarmış ve dolayısı ile israil'le bağlantılılarmış.

mesela abdullah gül bir kere papyon takmıştı. bununla dalgasını geçiyor ve bu dinciler neden papyonu sevmezler ki filan diyor. sonra papyonun kravatın şeceresini çıkarıyor.

böyle abidik gubidik şeyler bol miktarda var bu kitapta.

ama hangi atatürk

ama hangi atatürk

atatürk'ün hayatına bakıldığında çok farklı atatürk portreleri çıkıyor ortaya; atatürk farklı durumlarda farklı stratejiler geliştiyor çünkü. atatürk'ün bu farklı durumlarda izlediği farklı politikaları da siyasetçiler cımbızla çekerek kendine yontmaya çalışyorlar. atatürk'ün hayatından işlerine gelen tarafları alıp atatürk'ü kendi siyasi emellerine dayanak yapmaya çalışıyorlar.

aslında böyle yapanların dertleri atatürk filan değil: atatürk gibi bir değeri insanların gözünden silemeyeceklerini bilenler; madem ki insanların gözünden atatürk'ü silemiyoruz ve biz de atatürk'ün gerçek düşünceleri ekseninde değişemiyoruz; o zaman biz de atatürk'ü kendimiz gibi görünen yerlerini cımbızla çekip insanlara gösterelim ve de kendi fikirlerimizin doğruluğunu atatürk'ü de kullanarak kanıtlamaya çalışalım derdindeler. yani kendilerini atatürk'ün fikirleri ekseninde değiştirmeyip atatürk'ü kendilerine benzetiyorlar. böylelikle de atatürk'ü tıpkı kendileri gibi göstermeye çalışıyorlar.

atatürk'ün hayatında da atatürk'ü kendileri gibi gösterecek bir sürü malzeme bulabiliyorlar. atatürk'ün milli mücadeleye adam toplaması için kullandığı dini söylemleri ön plana çıkarıp; atatürk de dindardı olm naabeer diyenler mi dersin. atatürk'ün milli mücadelede bolşeviklerden silah ve para yardımı almak için kullandığı söylemleri ön plana çıkarıp; atatürk de bolşevikti olm naabeer diyenler mi dersin. atatürk de ülkücüydü, atatürk de ateistti, atatürk de şöyleydi atatürk de böyleydi gibi elli tane terane...

atatürk'ün kendilerine yakın yönlerini öne çıkarıp bundan rant elde etmeye çalışıyor insanlar ve bunda da gayet başarılılar.

taha akyol'un bu kitabı da işte bu şahısların öne çıkardığı bu malzemelerin asıl amacını gözler önüne seriyor.

atatürk milli mücadelenin başarısı için farklı zamanlarda farklı söylemler kullanmak zorunda kalıyor. yeri geliyor padişaha; ayağınızın tozuna yüz sürmeye hasretim de diyebiliyor. komünist söylemlerde de bulunabiliyor.

atatürk'ün biyografisinden ziyade siyasi dehasının anlatıldığı ufuk açıcı taha akyol kitabı.

atatürk'ü tanımak daha iyi tanımak için muhakkak okunmalı.

bir de şey vardı son anda aklıma geldi; başıma bir iş gelmeyecekse atatürk'ü sevmiyorum lafı.

kendilerini değiştiremeyenler atatürk'ü kendileri gibi değiştiriyorlar demiştim; atatürk'ü hem sevenler hem de o'ndan nefret edenler o'nu yıkılamayacak bir tabu olarak görürse aslında atatürk anlaşılamamış demektir. bir insan sevildiği için anlaşılmaz bence. anlaşıldığı için sevilir. ve fakat bizim ülkemizde bunun tam tersi yapılıyor. sevildiği için anlaşılmaya çalışıyor. bu sebeptendir ki atatürk'ü sevdiğini söyleyenler de atatürk'ün fikirlerinin zıddında hareket edebiliyorlar. çünkü atatürk'ü fikir anlamında değil tabu olarak sevmenin gerekli olduğuna inanılıyor.şu sözlükte olsun, internetin tozlu sayfalarında olsun atatürk hakkında o kadar uydurma hikayeler var ki; evliya menkıbelerini geçti mübarek. bütün köşe yazarlarımız senede en az üç yazıyı atatürk'e ayırıyor, o'nu anlatıyorlar.

ama atatürk'ü hala tam anlamıyla tanımıyoruz. 1881 yılında doğdu, 1919'da samsun'a çıktı. cumhuriyet'i kurdu. çok büyük yüce bir insan. ulu önder. büyük adam. ölmedi kalbimizde yaşıyor.

insanların kendini atatürk'ü sevmek zorunda hissetmesi ya da hissettirilmeleri; atatürk'ün düşüncelerinin insanlar tarafından sevilmeyeceği, mantıklı fikirleri olmadığı fikrini ortaya koyar. o'nun bir tabu olarak öğretilmesi, atatürk'ün merak konusu olmaması, sevilmesi ve sevilmemesi ve sevilmediğinde de sevilmediğinin gizlenmesi sonucunu getirir.

atatürk için bir sürü kıytırırk hikayeler uyduruluyor. sanki atatürk'ün hayatında yaptıkları o'nu övmeye yetmiyormuş gibi bir de uydurulmuşları var. kötülemek için de aynı. işin özü; atatürk merak edilmiyor.. atatürk'ü sevdiğini söyleyen insanların da çoğu merak edip atatrük'ü araştırmıyor bile. nasıl olsa seviyoruz bu bize yeter. atatürk hakkında doğru düzgün bilgisi yok ama o'nun hakkında övgü mesajları yapmaya gelince çok iyi başarıyor bu işi.

buraya kadar okuyup da ne diyo lan bu ya da kötü bir şey söylüyo lan bu diyen bile var biliyorum..şimdi bu atatürk'ü seviyor mu sevmiyor mu anlamadım ayol diyenler de vardır. aslında bunun hiç önemi yok. birisi atatürk'ü sevdiğini söyleyince atatürk şekerlenmiyor. bu ülkede seksen yıldır herkes atatrük'ü seviyor. seksen yıldır her yerde atatürk portreleri var. seksen yıldır atatrük

büstleri var her yerde. ama ülkemizin durumu da ortada..demek ki tek başına sevgi yetmiyor.

popüliar siyaset yapmaktan vazgeçmeliyiz. siyasetçiler ne kadar popülistse biz de o kadar popülistiz. atatürk'ü sevmek bir rant getiriyorsa o zaman herkes atatürk'ü sever olur. (bu gün fethullah gülen de atatürk'ü sevdiğini söyler.)

atatürk'ü sevdiğini söyleyenler burada bir yazı görür görmez atatürk'ü seviyor mu acaba diye düşüneceklerine biraz atatürk'ü araştırsınlar. çok sevdikleri atatrük'ün zıddında fikirleri olduğunu gördüklerinde acaba ne düşünecekler.

atatürk aynı zamanda bir düşünürdür. bir düşünürün düşüncelerini merak ettiğmiiz gibi atatürk'ü de merak etmeliyiz. araştırmalıyız.

araştırmaya bu kitaptan başlasak iyi olur.

3-4 nisan 2010 açıköğretim sınavları

3-4 nisan 2010 açıköğretim sınavları

iki defa dumur olmama sebep olan sınavlar.

aslında bir tanesini sınava girdiğim tüm sınıfça yaşadık bir tanesini biz yaşamadık dumurdan sonra hoca anlatınca farkettik.

şimdi sınavımızın olacağı sınıfa 15 dakika önce girdik ve bekleme aşamasındayız. bir tane hatun kişisi sınıfa girdi ve gözetmenlere numarasının 13 olduğunu söyledi. hoca da 13 numaralı masayı gösterdi ve kız gitti yerine oturdu. masadaki cevap kağıdına baktığında; "hocam bu kağıt benim değil" dedi. gözetmen şaşırdı tabi önce; olamaz öyle bir şey dedi.kız ısrarla cevap kağıdının kendisine ait olmadığını söylüyordu. derken hoca yanına gitti ve bakmaya başladılar. kız kendi isminin nuran olduğunu ve cevap kağıdında ise ismin nihal yazdığını ve bu cevap kağıdının kendisine ait olmadığını söylüyordu. hoca da bu işte bir yanlışlık var filan dediyse de olay bir türlü çözülemiyordu. kızın sınav kağıdı doğru, cevap kağıdıyla sınav kağıdı da birbirini tutuyor ama kızın ismi tutmuyor. gözetmen; siz bu kağıdın sizin olduğuna emin misiniz diye sordu da orada olay anlaşıldı. sonra kız sınav kağıdını alıp koşa koşa dışarıya çıktı. beş dakika sonra başka bir hatun kişisi geldi ve kızın oturduğu masaya oturunca gerçek anlaşıldı.

iki hatun sınavdan önce okulun kantininde beraber oturmuşlar. sonra önceki hatun kendi sınav kağıdı yerine öteki kızın sınav kağıdını alıp sınıfa girmiş. böylelikle de bu dumur olayı yaşadık. bereket sonra gelen kız yerinden ayrılmamış da birbirlerini buldular yoksa ikisi de sınava giremeyeceklerdi.

sonra gözetmen söylenmeye başladı. hey yarabbim bütün dumurlar beni buluyor filan dedi. sonra sabahki sınavda yaşadığı hadiseyi anlattı sınıfça koptuk.

sabah da birinci sınıfların sınavına girmiş gözetmen hoca. sınav süresi bittiği halde öğrencilerden birisi hala masadan kalkmıyor ve sınav kağıtlarını görevlilere vermyormuş. hoca da; sınav bitti kağıtlarınızı getirin deyince eleman hocanın unuttuğu bir şeyi hatırlatmış; "hocam cevap anahtarlarını dağıtmadınız."

hoca da elemanı kafaya almış; oğlum dağıttık cevap anahtarlarını sen almadın mı?

6 Nisan 2010 Salı

pazarlıkta sınır tanımayan kayserili

pazarlıkta sınır tanımayan kayserili

yaklaşık beş sene önce çalıştığım firmadan inşaat malzemeleri alan kayserili bir işadamı firmayı ziyarete gelmişti. öyle bir işadamı ki abartısız bizden senede 1 trilyonluk mal satın alan bir şirketin sahibi bir vatandaş. neyse artık bizim patronla yaptıkları toplantı sonrasında patron beni çağırdı. kayserili işadamının torununa araba almak için toys'r'us'a gitmek istediğini ve benim götürmemi söyledi. ben de tamam dedim. zaten kabul etmeme gibi bir lüksüm yoktu.

işadamıyla beraber çıktık. ben bizim şirketin arabasına yönelirken adam benim arabayla gidelim diye uyardı. onun jipine bindik. arabayı da kendisi kullandı. bahçelievler izzettin çalışlar caddesi'nden bakırköy'deki carousel alışveriş merkezine doğru yol aldık. o caanım jipte burnuma pastırma kokusu gelmişti. işadamı gezdiği bütün firmalara hediye pastırma getirmiş de o da arabada kokmuş.

carousel'e geldik. işadamı arabayı otoparka parketmek istemedi. carousel'in arkasında ara sokaklardan bir tanesine girdik ve arabayı parketti. sonra carousel'e girdik ve alt kattaki toys'r'us'a vardık.

biraz gezindik ve çocuk arabaları reyonunu bulduk. işadamı arabalardan bir tane beğendi. bana da sordu ben de beğendim. tamam bunu alalım o zaman dedi. fiyatı neymiş bunun diye sordu. ben de raftaki etikete bakıp arabanın fiyatının 120 tl olduğunu söyledim. işadamı bana baktı ve; "bunu ne kadara verirler bize" dedi. ben şaşırmıştım; "abi burada pazarlık yapmazlar, aynı market gibi beğeniyorsun kasaya parasını veriyorsun ve gidiyorsun" dedim. adam şaşırdı; "öyle saçma şey olmaz ya" dedi. "bana bir görevli çağırır mısın" diye de ekledi.

hay allah'ım şimdi rezil olacağız galiba diye söylenerekten bir görevli aramaya başadım. bir tane görevli bayan buldum ve beyefendiye bir bakar mısınız dedim. görevli geldi ve buyrun beyefendi dedi ve olaylar gelişti: kayserili işadamı söze girdi direk; "hanımefendi bu araba kaç paraya olur?" görevli şaşırdı önce ve sonra arabanın fiyat etiketine bakıp "120 tl" diye cevap verdi. sonra şöyle gelişti diyalog:

kayserili işadamı: ki
görevli hanım :gh

ki: hanımefendi 120 tl olduğunu zaten görüyoruz ben size ne kadar olur dedim.
gh: beyefendi burada fiyatlar sabittir. pazarlık olmaz. ürünü beğenirsiniz parasını öder alırsınız.
ki: hanımefendi öyle saçma şey olmaz. bana indirim yapmanız lazım.
gh: beyefendi benim indirim yapma gibi bir lüksüm yok. zaten bu malın bir barkodu var kasadan geçmez. hem zaten bizim fiyatlarımız piyasadaki en uygun fiyatlardır.ki:nereden en uygun fiyatlarmış ya.
gh: beyefendi inanın ki yapacak birşeyimiz yok. (bu arada muhabbet böyle ilerledi ve artık görevli hanım sinirlenmeye başladı.)
ki: nasıl yokmuş yapacak birşeyinin hayret birşeysiniz ha. aynı araba başka yerde daha ucuz fiyat.
gh: beyefendi bizden almak zorunda değilsiniz. daha ucuza bir yer varsa gidip oradan alın.
ki: hayır efendim ben bu arabayı buradan alacağım ve siz de bana indirim yapacaksınız! şimdi söyleyin bakalım en son kaça olur bu?

bu muhabbet daha uzundu tabi ama özeti böyle. adam bir türlü laftan anlamıyordu. ille de bir indirim istiyordu ve indirim almadan gitmem diyordu. sonunda görevli bayanın aklına bir hinlik geldi: "beyefendi şimdi bizde bir kampanya var. bu kampanyaya göre 100 tl üzerinde alışveriş yapan hamile bayanlara yüzde 10 indirim yapıyoruz. madem indirim almadan gitmem diyorsunuz o zaman bize bu arabayı alacağınız çocuğun annesinin ismini söyleyin ben de size yüzde 10 hediye çekinizi vereyim. böylelikle 12 tl indirim yapmış oluruz."

ki: bakın hanımefendi deminden beri boşuna konuşuyormuşuz demek ki. isteyince oluyormuş.gh: ama beyefendi normalde olmaz da size yapıyoruz bunu filan...

sonuç itibariyle görevli hanım bir kağıda isim filan yazdı ve yüzde on indirimi yaptırdı. bizim kayserili inşaat şirketi sahibi trilyonluk işadamamız da pazarlık yapmadan alışveriş yapmamış oldu.

31 Mart 2010 Çarşamba

yandaş medyaya haber sızdırmak

yandaş medyaya haber sızdırmak

iki çeşittir. birincisi ergenekon davası hakkında iktidara yakın olan medyaya sızan haberler. ikincisi de ergenekon davasına karşı olan medyaya sızan haberler.

burada ilginç olan özellikle doğan medya grubunun yandaş basın dediği medyada ergenekonla ilgili çıkan haberler için; "bakın yandaş medyaya haberler sızıyor" diye isyan etmesi. bunlar böyle isyan edince gören de sanıyor ki hakikaten ergenekonla ilgili her gelişme sadece iktidara yakın yandaş medyaya sızıyor. zavallı doğan yayın grubuna hiç haber sızmıyor.

ama gerçek böyle değil; doğan grubunun ergenekonla ilgili bilgi ve belgeler yayınlamıyor olması bu gruba ergenekonla iligli bilgi sızmıyor anlamına gelmez. herkes de biliyor ki yandaş basına ne sızıyorsa öteki yandaş basına da bal gibi sızıyor. ve dahi daha fazlası. ama onlar ya yayınlamıyorlar ya da yayınladıklarında da olayı tam tersinden yayınlıyorlar. üstelik de yandaş medyaya bu haberler nasıl sızıyor diyerek isyan ediyorlar. bizim de buna inanmamızı bekliyorlar.

nereden mi biliyorum. şuradan biliyorum. bugün hürriyet gazetesi bazı belgelere ulaşmış.

başsavcı ilhan cihaner'in ismailağa cemaatine yaptığı soruşturmayla iligli belgeleri hürriyet buldu diyor hürriyet'in internet sitesi. bu soruşturma gizli değil miydi? bu sadece bir örnek. daha benzer onlarca örnek bulunabilir.

şimdi burada haberin içeriğine filan bakmıyorum. şunu söylemek istiyorum: hani ergenekonla ilgili haberler sadece yandaş medyaya sızıyordu?

demek ki neymiş: sadece yandaş basına ergenekon haberleri sızıyor lafı palavradan başka bir şey değilmiş. ergenekonla ilgili haberler yandaş medyaya nasıl sızıyor diyen medyaya ergenekon davasını sulandıracak her haber sızıyor mübarek. adamlar resmen halktan haber gizliyorlar. haber gizledikleri yetmiyormuş gibi kendilerinin yayınlamadıkları haberlerin çıktığı gazeteleri de; yandaş medyaya haber sızıyor diye isyan ederek etkisizleştirmeye çalışıyorlar. bunun adına da ilkeli dürüst gazetecilik diyorlar.

kimse salağa yatmasın bence. bugün her konuda hürriyet gazetesine ulaşamayacak bir haber yoktur. görüyoruz ki iş ergenekon fasa fiso noktasına getirmeye gelince, iş hsyk'nın yediği bir haltı temizleme çalışmalarına gelince, iş darbe planlarını yok saymaya gelince hürriyet gazetesine sızmayan bir haber yok.

ama yandaş medya ergenekonla iligili bunların istemediği bir haberi yayınlayınca da; bu haber nasıl bunlara sızmış oluyor. eller cepte havaya bakarak ıslık çalıyorlar resmen.

29 Mart 2010 Pazartesi

baş örtüsü ile türban arasındaki farklar

baş örtüsü ile türban arasındaki farklar

baş örtüsü: köylü kadın tarlada başını örter sorun yoktur.
baş örtüsü: kenar mahallede oturan kadın başını örter sorun yoktur.
baş örtüsü: hizmetçi kadın başını örter sorun yoktur.
baş örtüsü: baş örtüsüne türban diyenlerin babaanneleri, anneanneleri örter sorun yoktur.


türban: köylü kadın tarlada çalışmak yerine bir okula gitmek isterse o başındaki örtü artık türbandır ve siyasi simgedir.
türban: kenar mahallede oturan kadın kalkıp da bir kamu kurum ve kuruluşunda çalışmak isterse o artık türbandır ve siyasi simgedir.
türban: hizmetçi kadın bir askeriyedeki oğlunu askeri tesisin içinde ziyaret etmek isterse o artık türbandır ve siyasi simgedir.
türban: yukarıdaki kadınların herhangi bir tanesinin kızlarından bir tanesi başını örterse ve öylece okula girmek isterse o artık türbandır ve siyasi simgedir.
türban: baş örtüsüyle üniversiteye alınmayan kızların baş örtüleriyle üniversiteye girmesini isteyenlerin başındakiler bu isteklerini dile getirdikleri andan itibaren başındaki artık türbandır ve siyasi simgedir.


tabi ki de biz: baş örtüsüne değil türbana karşıyız.

sürekli aydınlık için her gün bir dakika karanlık

sürekli aydınlık için her gün bir dakika karanlık

susurluk kazasından sonra ortaya çıkan devlet içindeki çetelerin temizlenmesi ve demokratik bir türkiye özlemiyle yapılmış eylem. daha doğrusu derin çetelerin temizlenmesi kisvesi altında hükümetin düşürülmesi için yapılmış eylem. tabi bunun böyle olduğu daha sonra anlaşıldı.

her akşam saat 21:00'da ışıklar bir dakikalığına söndürülürdü. bu böyle bir süre devam etti. nasıl olduysa oldu erbakan hükümeti devrildikten sonra eylem bitti.

medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının da desteğiyle büyük tepki uyandırdı.

o gün insanlar bu eylemi yaparken, hükümet; susurluk fasa fiso diyordu. bu eylemi yapanlar da hükümete yüklenip; çıkarsana derin yapılanmaları ortaya diyordu. o gün erbakan'ın susurluk fasa fiso söylemine kızanlar, bugün ergenekon fasa fiso deme noktasında.

bu da göstermektedir ki aslında bu eylem temiz toplum temiz devlet için yapılmaktan ziyade, sadece erbakan hükümetini devirmek için askere ortam hazırlamak amacıyla yapılmış bir eylem oldu. yoksa o gün devlet çetelerden arınsın diyenler bu gün niye devletin çetelerden arındırılmak istenmesine karşı çıksın ki?

o gün hükümete neden derin devletin üzerine gitmiyorsun diyenler bugün koskoca paşa darbe mi yaparmış canım noktasında. ogün temiz toplum temiz siyaset diyenler, bugün koskoca öğretim görevlisinin ne işi varmış derin devletle deme noktasında.

hayır yani o günlerde gidilmiş olsaydı derin devlet üzerine, ne bekliyorlardı acaba? futbol federasyonu başkanının tutuklanmasını mı bekliyorlardı?

öyle böyle 10 12 sene evvel yapılmış derin devletin ortaya çıkarılması kisvesi altında derin devleti saklamaya yarayan bir eylem oldu gitti.

darbeci olmayan generalleri aşağılama yöntemleri

darbeci olmayan generalleri aşağılama yöntemleri

bir darbe yaparak ülkemizi akp iktidarından kurtamak için çalışmamış generalleri, özellikle genelkurmay başkanlarını aşağılamak için kullanılan yöntemler.

mesela önce hilmi özkök'le başladı bu aşağılama yöntemi. hilmi özkök'ün bazı darbelere mani olduğu anlaşılınca kendisi hakkında hilmi bey demeye başladılar. herkes bilir ki bir genelkurmay başkanına adı ile birlikte bey demek onu aşağılamak demektir. genelde generallere paşa diye hitap edilir.

sonra yaşar büyükanıt genelkurmay başkan oldu. yaşar büyükanıt 27 nisan'da sanal muhtıra verdi aslında. o zaman bazı insanlar çok sevinmişti. o zamanlar yaşar büyükanıt sadece yaşar paşa olarak anılıyordu. ancak 27 nisan muhtırasının arkasında duramadı ve aşağılanmayı haketti. neler demediler ki; en son dansöz demişlerdi birileri. muhtıra verince iyidi ama arkasında duramayınca dansöz oldu.

tabi daha eskilere de gidiyor aslında; bu işi yapan çevrelerin bir genelkurmay başkanına; "demokrasilerde gerçek patron millettir" dediği için fotomontajla etek giydirmişliği bile var.

velhasıl kelam lafa gelince bazı kesimler; ordu halkla ilişkiler konusunda zayıf dese orduyu yıpratıyorlar diye dövünen insanlar, iş darbe yapmamış, siyasi otorite ile papaz olmayan generallere karşı kafa dengi kişilerin yaptığı aşağılamalara gelince orduyu yıpratmak olmuyor bu.

bu da böyle bir ikiyüzlülük işte.

26 Mart 2010 Cuma

Erman Toroğlu

erman toroğlu

bizim milletimizin bir huyu var; (bir parantez açayım; bizim milletin bir huyu var derken hayatında kapıkule'den dışarıda üç gün bile yaşamamış ve dolayısıyla başka bir milletin huyunu suyunu bilmeyen biri olarak söylüyorum.) bir adama küfür eder, beğenmediğini söyler ama akşam gider o programı seyreder. ertesi gün gene gider millete o sevmediği programı yada adamı neden sevmediğini anlatır durur.

en basit bir örnek; reha muhtar'la show haber; ulan her kesimden her platformda herkes reha muhtar'la show haberden nefret ettiğini bildiren demeçler verirdi. ben bir tane bile reha muhtar'la show haber'i severek izlediğini söyleyen bir insan görmedim. herkes habercilik uzmanı kesilip vay efendim böyle habercilik anlayışı mı olurmuş da, haberciliğin içine etmiş de, ana haberi magazinleştiriyormuş filan gibi eleştiriler getirirdi. ama ne hikmetse akşam bir bakardık bu eleştirileri getiren herkes reha muhtar'la show haberi izliyor. izlemekle de kalmıyor ertesi gün herkese; reha mutar'ın haberini gördün mü gene ne yapmış filan diye anlatıyordu. en çok izlenen haber programı da reha muhtar'ın haber programı oluyordu. ulan sen sevmiyorsun ben sevmiyorum, o sevmiyor da bu adamın haber programı neden her allah'ın günü birinci çıkıyor? demek ki hepimiz izliyoruz.

aynısı erman toroğlu için de geçerli. insanlar erman toroğlu'nu izliyorlar. ondan sonra dışarıda birden temiz aile çocuğu oluveriyorlar. ay bu erman toroğlu da çok maçoymuş da, ay erman toroğlu lan demiş de, bak bak nasıl konuşuyor terbiyesiz falan da filan da. gören de sanacak ki erman toroğlu'nun yerine entelektüel bir spor programı yapılsa izleyecek millet.

erman toroğlu da böyle işte. belki sevilmiyor ama çoğu kişi tarafından izlenen bir kişi. ve dahi söylediklerine çoğu zaman "doğru söylüyo lan" denilen bir kişi. izleniyor yani. adam izlettiriyor kendini. artık doğallığından mıdır, bilinçli mi yapıyor bilemem. kahve ağzıyla konuşuyor doğrudur, ama insanlar da izliyor işte. zaten izlenmese adamı bu kadar yıl tutmazlar orada.

Yılmaz özdil hakkında.

bugün çok komik bir yazı kaleme almış yazar. gerçekten ülkemizin içler acısı halini dile getirmiş diyordum ki; bir dakika dedim kendi kendime. bunun aynısının tıpkısını tersinden de ben yazabilirim;
şöyle mesela;

minik dualar grubu şimdilik yırttı.

ilhan cihaner diye bir savcı türkiye cumhuriyeti devletini yıkıp yerine şeriat devleti kuracaklar diye bir soruşturma başlatmış. haklı aslında. ele geçirilen deliller bunu gösteriyor;
-30 adet hatim cd'si mesela. savcı ilhan cihaner'in soruşturmasında ele geçirilmiş haberi yok.
-bir adet teşekkür ederim allah'ım yazılı cd.(detay verilmiyor ama muhtemelen içinde ülkemizi şeriat devleti haline getirecek bilgi ve belgeler vardır kesin.)
-üç adet yeşil karton kapaklı içerisinde ve üzerinde arapça olduğu düşünülen yazılar bulunan kitap. (bu ne lan. iddianamede. kur'an olmasından şüphe ediliyor.)
-bir adet kırmızı karton kapaklı içerisinde ve üzerinde arapça olduğu düşünülen yazılar bulunan kitap.(ben savcı ilhan cihaner'in yalancısıyım. muhtemelen bu ülkemizi din eksenli bir şeriat devleti haline getirmek isteyen mihrakların kırmızı kitabı olabilir.)

-sekiz adet üzerinde yasin-i şerif yazılı kitapçık.(iddianamede)

“nası yani?” derseniz... erzincan başsavcısı’nın yaptığı ismailağa soruşturmasında yukarıdaki belgelere el kondu.,dolayısıyla yukarıdaki malzemeleri bulunduranların ülkemizde irticai faaliyetler yaptıkları ortaya çıktı. ama kendilerinin bundan haberleri yok.
üç adet üzerinde hasta ziyaretinin mükafatı yazılı katlanmış şekilde kağıtlar da varmış iddianamede.

çünkü sadece bu dini kitaplar delil olmadı. aynı zamanda hasta ziyaretinin önemine dair yazılmış kağıtlar da bulundu. allah bu insanlara şifa versin.

bu da yılmaz özdil'in yazısının linki;


http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=14141638&yazarid=249&tarih=2010-03-18

cumhurbaşkanı yargılansın savcı yargılanmasın

cumhurbaşkanı yargılansın savcı yargılanmasın

aslında "cumhurbaşkanı yargılansın cumhuriyet savcısı yargılanmasın" olacaktı ama karekter sınırına takıldı.
bazı kesimler tarafından açık açık söylenmese de ima edilen çelişkili bir cümle.
 
geçen sene bir tane hakim cumhurbaşkanı hakkında şüpheli sıfatını kullanmıştı. cumhurbaşkanı vatana ihanetten başka bir suçla yargılanamaz dendiği halde bu saygı değer hakim cumhurbaşkanını yargılamaya kalkmıştı. başta sabih kanadoğlu olmak üzere bazıları da; "cumhurbaşkanı yargılanabilir canm ne var bunda" demeye başlamışlardı. hatta cumhurbaşkanının yargılanması hususu gündeme gelince öyle saf demokrat oluvermişlerdi ki; "ben olsam yargılanırım canım hem yargılansın aklansın işte" diyorlardı.
 
ama şimdi bakıyoruz cumhurbaşkanı yargılansın diyen kardeşlerimiz iş cumhuriyet savcısının yargılanmasına gelince hiç de oralı olmuyorlar. cumhurbaşkanı yargılanmak istediğinde; "ben olsam yargılanırım ve aklanırım" diyenler, aynı masum empatiyi bir cumhuryiet savcısı için kuramıyorlar.
sadece bununla da kalmıyor ki; cumhurbaşkanı yargılansın diyorlar, sonra asker de sivil mahkemede yargılansın denince, "hop o kadar da değil" diyorlar.
bana kalırsa bu ikiyüzlülüktan başka bir şey değil. cumhurbaşkanının yargılanacağına inanıyorsun da cumhuryiet savcısının yargılanacağına mı inanmıyorsun?
 
hayır yani işin bir tarafı daha var; yargılansın dedikleri cumhurbaşkanı ben yargılanmaktan korkmam diyor. kaldı ki cumhurbaşkanı görev süresi bitince görev süresi başlamadan yaptığı (yapmışsa tabi) suçlardan yargılanabilir. ama cumhurbaşkanının yargılanması gündeme gelince demokrat olan kardeşlerimize göre bu kesmiyor.
bunun adına terminoloji ne diyor bilmiyorum ama recep ivedik kurnazlığı denilebilir.





bazılarının normal karşıladıkları bir istektir. normal olması başsavcıyı yargılarken usule uyulmamasındanmış. cumhurbaşkanı vatana ihanetten başka bir şeyle yargılanamaz gibi bir madde varken yargılansın demek ne kadar hukuki onu bir kenara bıraksak bile bugün başsavcı ilhan cihaner'in tutuklanmasının usule uygun olduğunu söyleyenler var. hemi de bunu söyleyenler de hukukçu. gerekçelerini de açıklamış adam. hani sanki türkiye'deki bütün hukukçular bu tutuklamanın hukukdışı olduğuna dair bir görüş birliğine varmış olsalar eyvallah diyeceksin ama öyle değil işte.bu anlayış bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey olmaz anlayışıdır. başka da bir şey değildir.

kemal kılıçdaroğlu vs bülent arınç.

kemal kılıçdaroğlu vs bülent arınç

kemal kılıçdaroğlu ortalığa belgeler atar. bu belgelerin doğru olması veya yanlış olması önemli değildir. kör tuttuğunu öpermiş hesabı sallar da sallar. yalanı ortaya çıkınca özür dileme gibi bir huyu yoktur. yeni yalanlar aramaya başlar. mesela der ki; silivri'de halk ekmek fabrikası dere yatağına yapıldığı için sele kapıldı. ama silivri'de halk ekmek fabrikası olmadığı ortaya çıkar. eline ne belge tutuşturulsa doğru yanlış mı diye araştırma yapmaz. bazen kendi yandaşları da bunu bilir ve anlar ve fakat akp karşıtı olduğu için mazur görülür. çünkü bizim adamdır ve akp'yi deli etmektedir. haa yalan yok bazen yaptığ gaflar için özür de dileyebiliyor
 
bülent arınç ise en akp karşıtı kişiler tarafından bile dürüstlüğü teslim edilen kişidir. bülent arınç'a her türlü eleştiriyi getirebilir, görüşlerini beğenilmeyebilir, tehlikeli bulunabilir, sevimsiz de bulunabilir ama bugün yılmaz özdil bile bülent arınç'ın dürüstlüğüne kefil olabilmektedir
velhasıl birisi zaman zaman kendi yandaşlarına bile itici gelebilirken, birisi en azılı karşıtına bile samimi geliyor. önemli olan da bu zaten.

michael jackson

michael jackson

bir insan ne kadar şöhret olabilir sorusunun cevabıydı michael jacksonmüziğin sultan süleyman'ı, dünya ona da kalmadı. 80'ler deyince, pop deyince o bellenmişti. pop müziği bir michael jackson, bir de michael jackson'a benzemeye çalışanlar şeklinde ikiye ayıranlar var. o'nun şarkılarıyla büyüyen milyonlar, şimdi yaşlandıklarını ve yeni bir yüzyıla girdiklerini anlıyorlar. uri geller michael'a "iyi misin sen?" diye sormuş, michael (mahalleden arkadaşım der gibi oldu) ise "ben çok yalnız bir adamım" demiş. binlerce şarkıcının özendiği, milyonların hayali olan biri bunu diyor. ders çıkarmak zor olmasa gerek. mtv'de klibi dönen ilk zenci olması, dünya çapında 100 milyondan fazla satarak gelmiş geçmiş en çok satan albüm olan thriller'i, elvis presley'in kızıyla evlendiğinde çocuğu olsa (elvis jackson) dünyanın en medyatik çocuğu olacağı... moonwalk dansı...

çocuk taciz iddiaları, renginin açılması, burun ve yüz ameliyatları, "ben peter pan'ım" deyip neverland'a tıkılması. milyonlar ona benzemeye çalışırken, o'nun bir çizgi karaktere benzeme gayreti... düttürük bir yerde bekçi olup kendini bir halt zannedenler varken, anketlere göre dünyanın en meşhur insanı olup hayranlarına "ben de sizi seviyorum, sağolun" tarzı konuşması, konumunu yemediğini göstermiyor mu?

michael jackson ulvi bir adamdı demeye filan çalışmıyorum. çıkan sonuç nedir sizce?

dünya böyle bir yer. eşeği bulursun, palanı kaybedersin. palan gelir, eşek gider. king of pop olursun, sonra boş işlerle uğraşıp millete espri malzemesi olursun.

(antikolpa, 12.02.2010 10:38)

Balyoz darbe planı başarılı olsaydı ne olurdu?

balyoz darbe planı başarılı olsaydı olabilecekler

darbeden sonra türkiye'de yaşanabilecek olaylardır. muhtemelen gazetelerdeki haberler şöyle olurdu;

başbakan tuncay özkan, recep tayyip erdoğan havaalanından kalkan uçakla amerika'ya gitti. ülkedeki ekonomik krizin aşılması için ameikan başkanı barack obama ile kritik bir görüşme yapacak olan başbakan tuncay özkan, gazetecilerin sorularını yanıtsız bırakırken başbakan yardımcısı deniz baykal, dönüşte kapsamlı bir basın toplantısı düzenleneceğini söyledi.

uçakta ertuğrul özkök'le başbaşa görüşen başbakan tuncay özkan, eğer amerika ile anlaşamazsak bu ay memurların maaşlarını ödeyemeyeceğiz dediği öğrenildi. bu arada amerika'da başbakan tuncay özkan'ın ensesine barack obama'nın şaplak atması çok hoş bir şaka olarak değerlendirildi.

cumhurbaşkanı çetin doğan tayyip erdoğan üniversitesi'nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada ülke olarak kritik bir dönemden geçildiğini ve fakat milletimizin azmiyle bu kritik dönemi en az kayıpla atlatacağımızın müjdesini verdi. imf ile yapılan anlaşmalar sayesinde bu ayki memur maaşlarının garanti olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı çetin doğan'ı üniversiteli öğrenciler ayakta alışladı.

ekonomiden sorumlu devlet bakanı sinan aygün yağ kuyruğunda bekleyen vatandaşların dertlerini dinledi. ekonomik krizin etkilerinin geçmek üzere olduğunun ve milletimizin biraz daha kemerleri sıkması gerektiğinin, güzel günlerin yakında geleceğinin müjdesini veren ekonomiden sorumlu devlet bakanı sinan aygün, daha sonra aydın doğan'ı evinde ziyaret ederek rezidans işinin hallolduğunu duyurdu.

adalet bakanı ömer faruk eminağaoğlu, bülent arınç halk tiyatrosundan çıkışta yaptığı konuşmada kapsamlı bir genel af üzerinde çalıştıklarının müjdesini verdi.

istanbul büyükşehir belediye başkanı kemal kılıçdaroğlu, suların tekrardan akması için yağmur yağması gerektiğini söyledi. ayrıca işçilerin maaşlarını ödeme hususunda değişik yollar aradığını söyleyen başkan kılıçdaroğlu yakında çöplerin toplanacağını halkın biraz sabretmesi gerektiğini söyledi. metrobüs ücretinin 5 tl yaparak elde edilecek gelirle çöplerin toplanmasının mümkün olduğu tartışmaları yapıldığı belirtildi.

bu arada istanbul'daki bilboardlardaki çıplak kadın resimlerinin halkı motive etmek için önemine vurgu yapan kılıçdaroğlu halkımızın bu resimleri çok sevdiğini söyledi. eski günlerde bilboardlarda çıplak kadın resimlerinin hoş karşılanmadığını söyleyen kemal kılıçdaroğlu kendi döneminde bu çağdışı anlayışın yok olduğunu söyledi.

kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı ayşe arman da alanya'ya bir çıplaklar kampı açılması için yasa önerisi verdi.

yargıty onursal başsavcısı sabih kanadoğlu türkiye'de her şeyin güzel olduğunu, laik türkiye'nin sapasağlam temeller üzerinde oturduğunu söyledi.yıllar sonra ilk defa irtica diye bir tehlikenin olmadığı mutlu müreffeh bir ülkede yaşamanın tadını çıkarmamız gerektiğini söyledi.
daha uzar gider bu...

(antikolpa, 21.01.2010 11:12 ~ 28.01.2010 08:45)

Sigarayı Bırakmak.

sigarayı bırakmak çok zordur.

ilk günler adeta bir işkence yaşar insan. ilk üç günü atlatsam ondan sonra zaten canım istemez diye düşünür. üç gün geçer ve sanki sigarayı bırakalı henüz bir saat olmuş gibidir. neyse der insan sabır sabır. şu bir haftayı atlatsam artık canım sigara istemez herhalde diye düşünüyor insan. sonra öyle böyle bir hafta da devrilir. ama hala sanki sigarayı bırakalı bir saat olmuştur. hiç bir değişme ve gelişme yoktur. neyse bir hafta daha sabredelim elbet sigarayı tamamen unutacağımız gün gelecektir denilir. ama o gün bir türlü gelebilemez. çay içerken ve yemeklerden sonra adamın canı öyle bir sigara çeker ki öyle böyle değil yani.

sonra yavaş yavaş işkence olmaktan çıkar bu sigara isteği. ancak sadece işkence olmaktan çıkar. bir kaç ay geçtikten sonra da insanın canı zaman zaman sigara çeker. bazen bir yemek sonrası bazen çay sonrası dayanılmaz bir şekilde sigara isteği gelir adama. öyle böyle o isteği de atlatmak lazımdır. sigaraya başlamış bir insanın canı arada sırada da olsa sigara istiyor. kesinlikle sıfır noktasına inmiyor bu istek. azalıyor ama inmiyor...

sigarayı bırakalı bir sene bile olsa tam da canınızın sigara istediği bir anda uzatılan bir sigarayı karşı koyamayıp da bir taneden bir şey olmaz diyerek aldığınız vakit sigaraya başladınız demektir; kendimden biliyorum. çok dikkat etmek lazım. kesinlikle bir kereden bir şey olmaz denmemeli. çünkü o bir sigara, adamı sigaraya tekrar başlatan sigara oluyor genelde. tam bir sene boyunca sigara içmemiş ve uzatılan bir sigaraya karşı koyamadıktan sonra tekrar sigaraya başlamış biri olarak diyorum. yani kendimden biliyorum

ha bir de sigaraya bir kere bulaşmış bir insan malesef sigarayı bıraktıktan sonra ömür boyu bu sigara isteğiyle yaşayacaktır. dediğim gibi hiç bir zaman bu sigara isteği sıfır noktasına inmiyor.

ben de tekrar bıraktım sigarayı. henüz üçüncü haftadayım bakalım nereye kadar gidebilecek...

(antikolpa, 23.03.2010 13:20 ~ 13:23)

ben ölürsem başkasıyla evlenir misin

genelde hatun kişilerin erkeklere sorduğu soru. almak istedikleri cevap da belli olan bir soru.

sırf bu soruya almak istediği cevabı alamadı diye ayrılan çift duydum ben.bu soruya muhatap olan kişi öncelikle soğukkanlı olmalıdır. heyecan yapmamalıdır. hayır evlenmem diye cevap vermelidir.

kesinlikle kafa karıştırıcı başka anlamlara gelebilecek sözlerden kaçınmalıdır. vay efendim dürüst olayım, vay efendim realist olayım diyerekten macera aramamalıdır.tabi bu soruya sade bir cevap yerine; sen bende ben ölürsem ölürsün, sen ölürsen ben zaten ölürüm gibi romantik cevap verilirse de ay canım yaa tepkisiyle karşılaşmak olasıdır.

(antikolpa, 10.03.2010 11:29)

23 Mart 2010 Salı

şabanoğlu şaban.

bir kemal sunal'la şener şen klasiği.
aslında günümüzdeki bazı siyasi olaylara da gönderme yapıyor.mesela filmde şaban'la ramazan var. bunlar iki salak rolünde. askerden sonra kadırgalıyı hakladıkları için gizli polis oluyorlar. bir de süt anne adile naşit var. aynı evde bir de paşa var. şener şen de evin damadı.

sütannenin bir elması var. bu elması kimselere göstermiyor. ancak ev halkı da bu elması çok merak ediyor. süt anne adile naşit, ev halkının yoğun ısrarlarına dayanamıyor ve elması herkese göstermeye karar veriyor. sakladığı kümesten elması alıp eve getiriyor. tam insanlara elması gösteriyorken birden elektrik kesiliyor. elektrik bir müddet sonra geliyor ve ışıklar yanıyor. ışıklar tekrar yandığında adile naşit'in çok değer verdiği elmasın çalındığı anlaşılıyor.

evin paşası bu işe çok kızıyor. benim evimden nasıl elmas çalınır diyor. evin damadı şener şen'i oracıkta savcı olarak görevlendiriyor. savcı şener şen olaya müdahale ediyor ve ev halkını bir odada topluyor.

soruşturmayı başlatan şener şen ev halkına sesleniyor;
"-bütün erkekler soyunsun." paşa hemen atılıyor.
"erkekleri bırak" diyor. savcı şener şen şaşırıyor. biraz düşündükten sonra;
"-peki bütün kadınlar soyunsun." diyor. paşa bu olaya çok kızıyor.
"-hayvan herif kadınlar soyulur mu." diyor. şener şen bu olaya da şaşırıyor ve;
"-tamam o zaman kimse soyunmasın" diyor. paşa buna da çok kızıyor;
"-ulan salak kimseyi soymadan elması nasıl bulacaksın." diyor. bunun üzerine şener şen;
"-bilemiyorum efendim." diyor. paşa da bunun üzerine;
"-sen ne bilirsin zaten" diyor. savcı şener şen bunun üzerine;
"-herkesi yere yatırayım efendim" diyor. paşa sinirleniyor tekrardan;
"-olmaaz" diye bağırıyor. şener şen "-ayağa kaldırayım hepsini efendim" diyor. bunun üzerine paşa daha da sinirleniyor ve;
-"anlaşıldı anlaşıldı sen bu soruşturmayı yürütemeyceksin. seni görevden alıyorum. ben ne yapacağımı bilirim" diyor.
ertesi gün soruştumayı yürütmek için şaban'la ramazan'ı görevlendiriyor.
paşa uyanık çünkü elması kendi çalmış.




#18250380(antikolpa, 20.02.2010 09:38 ~ 09:42)

22 Mart 2010 Pazartesi

kızların efendi adam yerine serseri tercihi.

çok çeşitli nedenleri vardır. başlıcaları şunlardır;

1-) hatun kişi güven ister. ancak güven tek başına işe yaramaz; bunun yanında heyecan da lazım. piç tabir edilen serseri adamda da heyecan vardır. hatun kişisi az bi strese girince gider çanta değiştirir, saçını değiştirir, alışverişe yapar falan. efendi adam akşam eve gelir pijamasını giyer oturur evde. hatunda kaybetme korkusu yok, heyecan yok yani. e neylesin böyle bir adamı?

2-) hatun kişisi bekletilmeyi sevmez. serseri adam da beklemeyi sevmez. efendi adam da beklemeyi sevmez ama o bekler. bir hatun kişisi efendi bir adamı iki saat bekletse hiç bir şey olmaz: önemli değil canım benim ben de yeni gelmiştim zaten der. serseri adamı sıkıysa 10 dakika beklet bakalım.

3-)hatun kişi diğer hatun kişilerle buluştuğunda mutlaka sevgilisini çekiştirmelidir. dert yanmalıdır. bütün arkadaşları sevgililerinin kötü huylarından dert yanarken efendi adamın sevgilisi olan hatun kişi dert yanacak bir şey bulamayacaktır. çünkü sevgilisi efendi adamdır. hatta sırf sevgilisi efendi olduğu için dert yanamayıp da hatun arkadaşlarına kendi uydurduğu sernaryoları anlatan hatunlar olduğu iddia ediliyor. maksat sevgilisini çekiştirmek olsun. bu yüzdendir ki efendi adam hatun kişiyi diğer hatun kişilere karşı rezil ediyor, boynu bükük bırakıyor ve senaryo arayışlarına itiyor. bununla birlikte serseri adam her daim hatun kişiyi bir dert fıçısı haline getirebiir. hatun arkadaşlarına anlayacağı bol malzeme verir yani.

4-)hatun kişiler sürprizlere bayılırlar. ancak bir sürprizin gerçekten sürpriz olması için gerçekten sürpriz olması lazımdır. efendi adamın yapacağı sürpriz bir klometre öteden anlaşılıyor. ben sokakta gezerken sevgilisine sürpriz yapacak erkeği uzaktan bakınca anlıyorum şahsen. bak lan sevgilisine sürpriz yapacak birazdan diyorum. dolayısıyla efendi adamın hatun kişiye yapacağı sürpriz artık esas itibariyle değil şekil itibariyle merak uyandırır. rutine bağlanmıştır. bu sanki sıradan bir görevdir ve zamanı geldiğinde bu görev yerine getirilmiştir. velakin serseri adam böyle değildir. serseri adam bakmışsın en önemli bir günü unutuvermiş ve fakat durup dururken sevdiği hatun kişiye bir jest yapmış bir hediye almış falan. işte serseri adamın hiç olmadık anda yaptığı bu jest esas itibariyle de şekil itibariyle de önemlidir ve gerçek bir sürprizdir. görev bilinciyle yapılmamıştır sevdiği için yapılmıştır ve zaten ne zaman yapılacağı da belli olmaz.

5-)efendi adam iyi bir adamdır aslında. ama gelgelelim muhabbeti çekilmez her zaman. efendi adamla muhabbet ederken bir zaman sonra bayar insanı. bu muhabbet bitse diye dua eder insan. ama serseri adam 10 dakika konuşur. iki espri yapar ortamı şenlendirir. efendi adamlar gibi kıza ilgiliymiş gibi görünmek için abidik kubidik sorular sormaz. bunların yerine güldürme yolunu seçer.

-gelgelelim örneklere; lost dizisindeki sawyer karakteri serseridir. diğer karakterler nispeten daha efendidir. ancak kadınlar sawyer'e bayılırlar. tamam yakışıklılığı da etkilidir tabi bunda ama serseri olması büyük faktörlerdendir.mesela hababam sınıfındaki ferit karakteri ve de mahmut hoca'nın en sevdiği talebe olan efendi mi efendi ahmet karakteri. kızlar hangisini tercih ediyorlar. tabi ki ferit karakteri. yakışıklılık faktörü bunda da var ama serseriliğinin payı da büyükyür.bu da böyle bir tespit.